İnsanın akıl sahibi olması, onun temel özelliğidir. İnsan, yaşamını idame ettirmek için gerekli olan bilgileri ancak akıl sayesinde bulabilir (üretebilir) ve kullanabilir.
İnsan, hayvanların yaptığı gibi sadece duyularını kullanarak hayatını sürdürmez. O, bir düşünme sürecine ihtiyaç duyar. Bir düşünme süreci ise son derece karmaşık bir teşhis etme ve bütünleştirme işlemidir ve ancak bireysel bir beyin bunu gerçekleştirebilir. İnsanlar birbirlerinden öğrenebilirler fakat öğrenme, her öğrencinin sergilemesi gereken bir düşünme sürecini gerektirir.
İnsanlar yeni bir bilginin keşfinde iş birliği yapabilirler fakat böyle bir iş birliği her bilim insanının kendi akli yeteneğini bağımsız bir şekilde kullanmasını icap ettirir. İnsan, bilgi hazinesini nesilden nesile nakleden ve genişleten yegâne canlı türüdür; fakat böyle bir nakil, bilgiyi alan bireylerin düşünme sürecini elzem kılar.
Kesin olan şudur ki insan, aklını tek başına, bireysel olarak kullanır. Kolektif beyin veya kolektif akıl diye bir şey mevcut değildir. Çünkü kitleler, kolektif (sınıf, cemaat, millet, halk, vs.) soyutlamalar; mecazi anlamda dahi düşünemez, sorgulayamaz, görüş bildirmezler. Bu nedenle onların bir değer yaratmasının olanağı yoktur. Değerleri üreten “birey olarak insan”dır ve hiçbir değer, “bir insanın bütün hayatı, ihtiyaçları, amaçları ve bilgisinin çerçevesi dışında var olamaz.”
Saf aklın, insan hak ve özgürlüklerinin zemini olarak belirlenmesinin iki önemli sonucu vardır. İlki, sahip olduğu bu ayırt edici özellik nedeniyle insanın “mutlak bir değer” olarak kabulüdür.
Bireyin “kendinde (birincil) değer” olduğu düşüncesi, en iyi anlatımını Kant’ta bulmaktadır. Kant’a göre bireyler hiçbir amaç için araç olarak kullanılmaması gereken nesnel amaçlardır, yani “varlıkları kendinde bir amaç olan şeyler”dir. Amaçlı bir varlık olarak insan, çevresini kendi amaçları doğrultusunda düzenlemek veya değiştirmek, amaçlı eylemlerle kendisini gerçekleştirmek ister. Bu da ancak olanaklarını geliştirebilmesinin yolunu açan bireysel hak ve özgürlüklerle mümkündür. Bundan dolayı bireyin hak ve özgürlükleri, kolektif bütünlere karşı, hukuk düzenlerince tanınıp güvence altına alınmalıdır.
Biricik değer olan birey, ne Hegel’de olduğu gibi devlete kurban edilmeli ne de Lenin’de olduğu gibi bir öncü partinin insafına terk edilmelidir. O, kendisi için en iyi olanı en iyi bilebilme imkânına sahip olduğu gibi genel ve toplumsal bir çıkarın korunması için siyasal yönetimlerin izlemesi gereken politika ve uygulamaları takdir etme yetkisine de sahiptir. Özgür düşünme ve davranma yeteneğine sahip bir varlık olarak kendi başına bir amaç olan, hiçbir amacın aracı olarak kullanılamayacak olan ve Kant’ın deyimiyle “makineden fazla bir şey olan insan”, her türlü değerin ötesinde korunması gereken biricik değer ve biricik amaçtır.
İkincisi, ahlaki zeminin saf akıl olması, bu zeminden kaynaklanan hakların evrensel olması sonucunu doğurur. Akıl, bütün insanlarda var olan bir özelliktir, o hâlde akıldan kaynaklanan haklara ve sorumluluklara da bütün insanların evrensel ve zorunlu olarak sahip olmaları gerekir. Vahap Coşkun, İnsan Haklarını Liberal Açıdan Bir Tahlil, Liberte Yayınları, Ankara, 2006, s.114-116.
Bir yanıt bırakın